İzmir’deki Alman Hugo Boss fabrikası nelere kadir olduğumuzu kanıtlıyor

Hugo Boss diye bir şirket var. Şirketler ilgili detayları sizinle paylaşacağım. Ancak bu şirketin fabrikasını ziyaret ettim. Detay bilgi vermeden önce orada edindiğim izlenimleri size aktarmak istiyorum.

Bu bir Alman markası ve fabrikası İzmir’de. Giyim kuşam üstüne üretim yapıyorlar. Endüstri 4.0 konusunu incelemek için fabrikaya çağırdıklarında, yalan değil biraz garip karşıladım. Oralarda kainatın en büyük teknoloji fabrikaları filan varken elbise üreten bir fabrikada endüstri 4.0 aramak bana fikren tuhaf geldi. Yanıldığımı fabrikaya gidince anladım.

Tekstil deyince ne anlıyorsunuz bilmiyorum. Ama açıkçası ben biraz küçümsüyormuşum. Çünkü hacimli üretim alanında tekstil üretmek cep telefonu üretmekten çok daha zor. Çok daha yüksek katma değere sahip. Çok daha derin bir bilgi birikimi gerektiriyor. Üretim aşaması çok daha çetrefilli.

Örneğin Apple yılda kaç farklı cep telefonu üretiyor? Normalde bir… Bazı seneler iki. Bu sene üç tane ürettiler vay arkadaş dedik. Samsung… Yüksek segmentlerden alta kadar taş çatlasın 10 model üretiyordur. Peki siz tekstilde kaç model üretiyorsunuz? İnanılmaz sayıda. Üstelik her ürettiğiniz model kıyafetin iki elin parmaklarını geçen ebatları var. Her birinin kumaşı, dolayısıyla ham maddesi birbirinden farklı. Tasarımcıların kullandığı her yeni şekil veya kumaş modeli için sıfırdan ar-ge yapmak gerekiyor. Bir de üretimi yaptığınız kitle üniversite mezunu mühendisler değil. Tipik mavi yakalılar.

Bu kadar çok zorluğu gördükten sonra sırtıma geçirdiğim sıradan tişörte bile çok daha farklı gözle bakmaya başladım. Fabrikayı gezerken gördüm ki kumaş ve dikim teknikleri yüzünden tüm zaman ve şartlara uyacak bir otomasyon neredeyse imkansız. Çünkü makineye göre moda yaratılmıyor, makineler modaya uymak zorunda. Ve o moda bazen uzun etek bazen kısa etek, bazen kalın kumaş bazen tiril tiril olarak karşımıza çıkıyor.

Peki fabrikada çalışanlar ne yapıyorlar? Sürekli oluşması muhtemel problemleri çözmek için yeni muhtemel çözümler üretiyorlar. Yaptıkları ar-ge’nin kesinlikle garantisi yok. Düzenli olarak veri topluyor, bunların üstünde çalışıyorlar. Endüstri 4.0 dediğimiz şey de bu sanırım.

Orada gördüğüm ve bayıldığım bir gelişmeyi aktarayım: Ürünleri bir kişi tek bir yerde yapmıyor. Herkes bir parçasını yapıyor ve bir diğer birime gönderiyor. Bu arada ürünü takip etmek için hepsinin üstüne dijital etiketler konmuş ve IoT cihazlarla takibe başlanmış. Ama çıkan bir sorun yüzünden cihazların daha aşağıdan takip etmesi gerekmiş. O zaman ne olmuş? Daha çok izleyecek cihaz gerekmiş açı daraldığı için. Bu parayı vermemek için ne yapalım diye uğraşırken dahiyane bir çözüm çıkmış ortaya: Bu cihazlar raylar üstünde hareket eden mekanizmaların üstüne bindirilmiş. Böylece birçok cihazın yapacağı izlemeyi tek bir cihaz gezerek yapıyor. Fikir müthiş. Tam olarak ar-ge nedir ne yapar konusunu mükemmel anlatıyor.

Almanlar gibi teknolojide harikalar yaratmış bir ülkenin büyük markasına Türk beyni olarak katkıda bulunuyor olmamız, istersek neler yapabileceğimizin çok önemli bir göstergesi… Yapılanlar tekstil dünyasındaki yerimizi de çok iyi gösteriyor, üstümüzde taşıdığımız “biz yapamayız ki” aşağılık kompleksinin gereksizliğini de.